Kısa Bir Flashback
Sene 2015… 28 yaşındayım…
Discourse Analysis (Söylem Analizi) adlı doktora derslerimden birinde görme biçimlerine hayran olduğum hocam, bize Bir Sapkının İdeoloji Rehberi adlı belgeseli izlememizi tavsiye etmişti bir ders çıkışına doğru.
Ben zaten o sıralar okumalarımdan dolayı zihnimde sürekli hayatım, şeylere bakış açımı sorgulayıp duruyordum. Neymiş bakaaam bu sapkının ideoloji rehberi deyip çayımı püskevitimi alıp pcnin başına geçtim hemen o haftasonu. Slovaj Zizek’in anlatımıyla kapı açıcı, taşları yerinden oynatan bu filme öyle bir daldım ki çay soğudu, püskevitim yarım kaldı.
Çünkü bu öyleli bir filmdi. Diğer öyleyli film önerilerimi Wiser’da Beni Ben Yapan Filmler başlıklı bir kürasyon yayınlayarak yapmıştım (Bu kürasyonu ara ara güncellesem iyi olacak!). Bir Sapkının İdeoloji Rehberi de ilk üç sırada.
Bu hafta size belgeselde bahsi geçen They Live adlı, dizgeleri sarsan bir filmden söz etmek istedim1. Dikkat! Spoiler ve şu alt metinleri içerir:
İdeoloji, ideolojik aygıt
simülasyon (bu ara yine simülasyona taktım evet) İsteyenler geçen haftaki şu yazıma bir göz atabilir.
Hazırsak başlayalım o halde :)
Yaşıyorlar
Ray Nelson’ın, Eight O’clock in the Morning adlı kısa öyküsünden uyarlanan ve yönetmenliğini John Carpenter’ın yaptığı They Live; dünyayı ele geçiren insan kılıklı uzaylıların, toplumu kitle iletişim araçları ile sömürdüğü bir sistemi ele alıyor. Görünüşte normal insanlardan bir farkı olmayan bu uzaylılar! kuklacı, başka bir deyişle, otorite sahipleridir.
Filmde hakikati bulan kişiyi temsil eden John Nada (Nada, İspanyolca nothing demektir, bu yönüyle aslında hepimizi temsil etmektedir bence) Los Angeles’a gelip inşaatlarda çalışarak düşük gelirli, vasıfsız işçilerle beraber harabe bir yerde yaşamını sürdürmeye çalışıyor.
Bir gün terk edilmiş bir binada bulduğu bir kolideki güneş gözlüklerini takarak aslında dünyanın uzaylılar tarafından işgal edildiğini, onların kendilerini sömürmek, daha çok zenginleşmek üzere bir sistem kurduğunu görüyor.
Görüyor ki, bu uzaylılar dünyanın tüm nimetlerinden yararlanırken, insanların bu nimetlere ulaşmaması, mevcut düzeni sorgulamaması için de kitle iletişim araçları ile kendilerini uyutuyor.
Saklı olan ideolojiyi açığa çıkarmayı sağlayan gözlük sayesinde uzaylılar teşhis edilebilir; afiş ve TV yayınlarındaki imgelerin ardında yatan söylem direkt olarak görünürlük arz eder. Tabi bunu filmde başta sadece Nada gerçekleştirebiliyor.
Örneğin, kumsalda yatan bikinili bir kadın resmi içeren Hawai adalarının reklam afişine bir de gözlük takıp bakan Nada, siyah beyaz harflerle yazılı şu ifadeyi görür: Marry And Reproduce (Evlen ve Çoğal!)
Sadece gözlükle bakıldığında imgelerin üstünde yazılı olan diğer ifadelerde şunlar:
itaat et!
uyum sağla!
tüket!
uyu!
sorgulama!

“egemen sınıfın kendi varoluşunun maddi, siyasal ve ideolojik koşullarını yeniden üretmesi gerekir (var olmak kendini yeniden üretmek demektir)” (Althusser, Devlet ve Devletin İdeolojik Aygıtları: 12).
Uyandırma Servisi
Obey, Submit, Consume, Sleep, No Independent Thought gibi ifadeleri taktığı gözlükler sayesinde gören Nada ilk olarak yakın arkadaşı Armitage’ı uyarmaya çalışır.
Armitage gözlüğü takmak istemeyince Nada ısrar eder ve aralarında 7-8 dakika süren bir dövüş sahnesi başlar. Dövüş sahnesinin uzun tutulması pek çok seyirci için gereksiz gibi görülse de Slavoj Zizek bunun sebebini şöyle açıklar:
Bu izleyiciye tuhaf gelebilir. Bir insan güneş gözlüğü takmayı neden reddetsin ki. Bu sahnede anlatılmak istenen şudur:
Gözlük takmayı reddeden, bir yalanın içinde yaşadığının farkındadır. Ve gözlük gerçekleri görmesini sağlayacak. Ancak gördüğü bu gerçek acı verici olacaktır. Pek çok hayalinin yıkılmasına neden olabilecektir.
Bu, kabullenmemiz gereken bir çelişkidir. Özgürleşme yolunda yaşanan müthiş bir şiddet. Özgürlüğünüze kavuşmanız için zorlanmalısınız. Eğer bir şeyi sorgulamadan, bilinçsiz olarak yararınıza olduğuna inanıyorsanız, asla özgür olamazsınız. Özgürlük acı verir (Zizek, Bir Sapığın İdeoloji Rehberi).
Acı verdiği için de özellikle bir grubun taraftarlığını, sempatizanlığını yapan kişiler tarafından varlığı saptanmaz bile. Öyle ki kişiler; birey değil bir cemaatin ferdi olmuşlardır. Böyleleri isterse özgür aklın ve eleştirel düşüncenin merkezi üniversitede olsun, asla içinde bulundukları akıl tutulmasının farkına varamaz.
Bireysel düşüncenin yerini grup düşüncesi dediğimiz ortak düşünme biçimi alır. Biz ve onlar arasındaki ayrım bir kez daha iyiden iyiye yerleştirildiğinde, kişiler kendi değer ve yargılarını grubun ortak değer ve yargılarıyla değiştirir. Bireysel düşünce ihtiyacı kaybolur ve kendi başına düşünmek bile gruba sadakatsizliğin bir belirtisi olarak ele alınabilir (Sayar, Kayıp Arkadaş: 23).
İdeolojiye teslim olmuş, aklını özgürleştirememiş bir toplumda farkındalık sahibi bireyi temsil eden Nada, diğerleri ile birleşerek bir hareket başlatır. Nada bize örnek olarak farkındalığını aksiyona dönüştürebilmiş bir bireydir.
İşte söz konusu özgürleşmiş bireyler; okuyan, eleştiren, biat kültüründen uzak aydın kişilerdir. Aklını başkasına teslim etmeyen, fikri hür vicdanı hür bireyler; Nada gibi sorumluluk alıp hakikati gösteren gözlüğü Armitage’lara takmak durumundadır.
Gözlüğü takan (uyanışını gerçekleştiren) insanlar, otorite sahiplerinin ürettikleri söylemlere körü körüne bağlı kalmayacak, kendi başlarına düşünebilecektir. Dolayısıyla kitle psikolojisi ve grup narsizmi gibi kişiyi birey olmaktan uzaklaştıran durumlar ortadan kalkacaktır.
Zizek’in de belgeselde ifade ettiği gibi otoritenin bizlere ilettiği söylem çoğu zaman hoşumuza gider, öyle olmasını dileriz. Kimi zaman aslında hakikatin bizden gizlendiğini sezinler gibi olsak da derin uykumuzdan uyanmak istemeyiz, doğrusu kimi zaman bu işimize de gelmez.
Çünkü yıllarca alışılagelen kalıplarımızı yıkmamız acı verir ya da biliriz ki o hakikati sesli düşündüğümüzde menfaatimiz zedelenecektir. Kendimize karşıdan bakmamız, yücelttiğimiz otoriter söylemleri çiğneyip ayaklar altına almamız kolay değildir. Fakat bunu zor olduğu için yapmadığımızda uykuda kalmaya devam ederiz.
Bir simülasyon içinde yaşadığımızı, gerçekliğin otorite sahipleri tarafından manipüle edildiğini; benim için bir belgesel ve bir filmden yola çıkarak düşünmüş olmak, sanatın hakikati sembolize ederek anlatmasının en güzel yanlarından biri olsa gerek. Bir de tabi;
Bir değer dizgesini reddediş, onun üretilmiş olduğu gerçeğini fark etmek, aslında bir diğerinin de üretilmiş olduğunu görmemizi sağlıyor.
Mağaradan çıkmak güneşten gözü kamaştıyor elbet. Ama buna değer!
Kaynakça
Althusser, Louis (2017), Devlet ve Devletin İdeolojik Aygıtları, (Çev. Alp Tümertekin), İthaki Yayınları. İstanbul.
Sayar, Kemal (2016), Kayıp Arkadaş, Kapı Yayınları, İstanbul.
Zizek Slavoj, Bir Sapığın İdeoloji Rehberi, https://www.fullhdfilmsitesi1.net/sapigin-ideoloji rehberi-2012-film-izle.html/2
Bu yazı 2018’de Mavi Yeşil Kültür Sanat Edebiyat dergisinde yayınladığım yazının editlenmiş ve gözden geçirilmiş halidir.
Yazınız harika! Çok severim bu belgeseli. The Pervert's Guide to Cinema ile birlikte nefis bir ikileme.