Son zamanlarda İngilizce içeriklerde sosyal medyayı bırakan insanların hikâyelerini mutlaka görmüşsünüzdür. “Sosyal medyayı neden bıraktım, bırakınca hayatım nasıl değişti” gibi başlıklarla karşılaşmış olabilirsiniz.
Bu yazıda ne bulacaksınız?
Benim sosyal medya ile ilişkim
Black Mirror, Nosedive bölümü
Foucault ve gözetim toplumu
Dijital panoptikon kavramı
Hazırsak başlayalım ☕ 🫖 🍪
Sosyal Medya ile İlişkim
Twitter
İlk vedam 2021'de, favori platformum olan Twitter’a oldu. (Bu cümle neredeyse “sigarayı bıraktım” der gibi oldu ama gerçekten bağımlısıydım!) Peki, neden bıraktım? Çünkü o dönem hayatımıza bambaşka bir renk katacak bir haber almıştık: Bebeğimiz gelecekti dünyaya.
Ancak Twitter’da her gün karşıma çıkan memleket meseleleri, kötü haberler, bana çok çaresiz hissettiriyordu. Elimden bir şey gelmiyor ancak habersiz de kalmak istemiyordum. Ama farkettim ki maruz kaldığımda, kelimenin tam anlamıyla nefes alamıyordum. Oysa artık derin nefesler almam, iç huzurumu korumam gerekiyordu. İşte bu yüzden Twitter’a sonsuza dek elveda dedim.
Instagram
Sonrasında en sevdiğim ve geriye kalan diğer platform olan Instagram’a geldi sıra.
Onunla ilişkim tam bir dargın bir barışık sevgili gibiydi. Oradaki yapaylık, samimiyetsizlik canımı sıkıyordu. Bir gün ansızın bir karar alıyor, Instagram’ı siliyor; bir süre sonra da öğrenmek istediğim şeylerden geri kalıyorum diye geri dönüyordum. En son geçtiğimiz yaz, bu döngüyü tamamen kırdım ve Instagram’a da elveda dedim.
Peki, sosyal medyayı bırakınca hayatımda neler değişti?
Öncelikle üzerimde hissettiğim baskının farkına vardım. Instagram kullanırken, sürekli “yapmam gereken şeyler” olduğunu düşünüyordum. Bunları gerçekleştiremediğimde ise elimdeki güzellikleri fark edemiyor, kendimi eksik hissediyordum.
Şimdi ise sahip olduklarımın kıymetini daha iyi anlıyorum. Hayatı başkalarının gözünden değil, kendi gözlerimden görmek daha anlamlı. Daha fazla anda kalıyor, sıradan ve basit hayatın ve küçük mutlulukların tadını çıkarıyorum.
Açıkçası, sosyal medya bağlantıda kalmak için var ama çoğu zaman bizi kendimizden koparıyor. Ben artık gerçek hayatta, sevdiklerimle, anın içinde kalmayı tercih ediyorum.




Black Mirror: Nosedive
Black Mirror’cılar burada mı? (Ay bu dizi yayınlanmaya başlayalı 10 yılı geçmiş inanamıyorum!)
Konu sosyal medya olunca aklıma yıllar yıllar önce izlediğim bir bölüm geldi. Şimdi hem biraz ondan bahsetmek sonra da bu vesile ile sosyal medyanın hayatlarımız üzerinde nasıl baskı ve denetim kurduğunu anlatmak istiyorum.
Beş yıldızlık bir puanlama ölçeği düşünün.
Her gülümseme, her dostça jest ve her sosyal etkileşim titizlikle değerlendiriliyor. (O zamanlar bunu izlerken distopik geliyordu ama şuan tam göbeğinde yaşamıyor muyuz?). Bu puanlama yalnızca çevrimiçi itibarınızı etkilemekle kalmıyor – iş olanaklarınızı, barınma seçeneklerinizi (Airbnb gibi) ve hatta seyahat edebilme kapasitenizi de belirliyor.
Nosedive: Cilalanmış Bir Maske
Nosedive bölümünde, sosyal puanlarla yönetilen bir dünyada 4.5 puana ulaşmaya takıntılı olan Lacie Pound’un hikâyesini izliyoruz. Her etkileşim, sosyal merdiveni tırmanmak için bir fırsat; her hata ise statüsüne bir tehdit. Lacie’nin çaresizliği arttıkça, maskesi ve tabi puanı da düşüyor. Bu da onu toplumsal ve ekonomik bir yokoluşa sürüklüyor.
Temelinde, Nosedive insan ilişkilerinin metalaştırılmasının ve başkalarının onayı için yaşamanın tehlikelerine dair bir uyarı hikâyesi. Ancak aynı zamanda daha derin bir gerçeği ortaya koyuyor: Davranışlarımızı denetleyen toplumun bize yönelik bakışı . İşte bu bizi Michel Foucault’ya götürüyor.
Michel Foucault ve Panoptikon
Michel Foucault, Hapisanenin Doğuşu adlı eserinde, panoptikon kavramını toplumda gücün nasıl işlediğini anlatmak için kullanıyor.
Esasen panoptikon, filozof Jeremy Bentham tarafından önerilen bir hapishane tasarımı. Bu tasarımda, merkezî bir gözetleme kulesi sayesinde gardiyanlar mahkûmları gözlemler. Gözlemlendiğini bilen mahkumlar da ona göre davranır. Üzerlerinde bir denetim olduğundan otantik davranamaz. (Bizim üni’nin iktisat fakültesi binası da böyleydi. Kim kimin odasına saat kaçta giriyor, kim koridorlarda elinde çay kahve ile dolaşıyor, pek sayın yöneticilerimiz taaaa 5. kattan 1. katı, 1.kattan 5. katı görebiliyordu.)
İşte Foucault, bu mimari fikri daha geniş toplumsal yapılara uyguladı. Modern toplumun bir panoptikon gibi işlediğini savundu. Ona göre gözetim ve disiplin içselleştirilir. İnsanlar, zorlandıkları için değil, izlendiğine inandıkları için toplumsal normlara uyarlar.
Hücrelerden Ekranlara: Dijital Panoptikon
Bugüne hızlı bir şekilde gelirsek, panoptikon dijitalleşti. Sosyal medya platformları, her yerde bulunan güvenlik kameraları ve veri odaklı algoritmalar sayesinde her zaman görünür, her zaman “sergilenen” durumdayız. Bentham’ın merkezi bir bakış sunan panoptikonunun aksine, dijital panoptikon bakışı dağıtıyor – artık herkes hem gözlemci hem de gözlemlenen konumunda.
Bu nasıl dünya böyle!
Nosedive dünyasında, bu dinamik zirveye ulaşır. Lacie’nin her hareketi, takipçileri tarafından incelenir ve yargılanır; sosyal puanı, toplumsal ideallere uyumunun bir yansıması haline gelir. Dijital panoptikon, bu karşılıklı gözetim üzerinde yükselir ve gücün merkezsiz ama her yerde mevcut olduğu bir sistem yaratır.
Şimdiye Ait Hikâyeler: Ne Kadar Yakınız?
Günlük hayatınızı düşünün. Hiç bir fotoğraf paylaşmadan ya da bir fikir belirtmeden önce tereddüt ettiniz mi? Bunun nasıl karşılanacağını ya da kişisel markanızı nasıl etkileyebileceğini düşündünüz mü? İşte bu, dijital panoptikonun işleyişidir. Beğeniler, yorumlar ve paylaşımlar yeni sosyal doğrulama yıldızları haline geldi ve algoritmalar bu performans baskısını artırıyor.
Çin’deki Sosyal Kredi Sistemi, bu konsepti uç noktaya taşır ve veri gözetimini davranış puanlamasıyla harmanlayarak vatandaşları ödüllendirmek ya da cezalandırmak için kullanır. Uzak bir gerçeklik gibi görünse de, benzer sistemler iş yerleri ve okullarda, çalışanların üretkenliğini ya da akademik izleme yazılımlarının performansı detaylı bir şekilde takip ettiği dünya çapında yayılmaktadır.
Spiraldan Kaçış
Nosedive’ın etkileyici güzelliği, onun ilişkilendirilebilirliğinde yatar. Lacie’nin düşüşü, hem kişisel bir trajedi hem de toplumsal bir eleştiridir. Ancak burada bir umut ışığı var:
Farkındalık özgürleştirici olabilir. Dijital panoptikonun hayatlarımızı nasıl şekillendirdiğini anlamak, üzerimizdeki etkisini sorgulamamıza olanak tanır.
Şunları sormaya başlayabiliriz:
Bu sürekli gözetimden kim fayda sağlıyor?
Hayatımı mı geliştiriyor, yoksa sadece kaygılarımı mı artırıyor?
Mükemmel bir imaj yaratma dürtüsüne direnerek bir miktar kontrolü geri kazanabilir miyim?
Çevrimiçi iken içten ve özgün olmak ya da sosyal medya yarışından uzaklaşmak gibi küçük başkaldırı eylemleri döngüyü bozabilir.
Düşündüren Bir Veda
Nosedive’ın hatırlattığı gibi, başkalarının onayı için yaşamak yorucu.
Foucault’nun görüşlerini düşünerek, güç yapısının dijital çağda ne kadar derin bir şekilde değiştiğini fark edebiliriz. Ancak aynı zamanda direniş olasılığını da keşfederiz.
Sonuçta, en güçlü hikâyeler kendimizin yazdığı hikâyelerdir – yıldızlar, beğeniler veya algoritmalar tarafından dikte edilenler değil.
Bu yüzden bir dahaki sefere dijital panoptikonun bakışını hissettiğinizde, unutmayın:
Siz puanınızdan çok daha fazlasısınız!
Ben instagrama veda edeli tam 1 sene oldu. Geçen sene bu zamanlar bir buhran döneminde kapattım, 7-24 oradaydım, yediğim içtiğim oradaydı.. Şimdi sabahlarım bile daha anlamlı. Kendimi neden öyle bir hapishaneye sokmuşum bilmiyorum..
güzel bir yazı, işim gereği instagrama girip çıkıyorum ama azalttım, aslında tamamen silmek gerekiyor, akıl sağlığı için iyi değil. ellere kaleme sağlık.